“Aşırı solda” Tunceli’de adaylık polemiği

Tunceli Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu’nun, Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) Kadıköy Belediye Başkan Adaylığı solda tartışılmaya devam ediyor.

Süren polemiğe Evrensel yazarı Yusuf Karadaş da dahil oldu. Karadaş, sosyalistlerin Kürt halkına hedef gösterildiğini söyleyerek, Yeni Yaşam gazetesinden Doğan Durgun’un sol-sosyalist partilerin tek görevinin Kürt hareketini desteklemekten ibaret olduğunu savunmakla eleştirdi.

Karadaş’ın köşe yazısı şu şekilde:

“Önümüzdeki yerel seçimler için Dersim konusunda yürütülen tartışmalarda da kraldan çok kralcıların bu uğursuz role yeniden soyunduğunu görüyoruz. Dersim’de EMEP, TİP, SMF ve EÖC’nin bir araya gelmesi sonrasında DEM’in de bu birliğe katılması konusundaki çabaların devam edeceği yönündeki açıklamalara rağmen, medyada ve sosyal medyada devrimci etik ve sorumlulukla hiçbir biçimde bağdaşmayacak bir şekilde bu siyasetleri Kürt halkına hedef göstermek ve ittifak zeminini baltalamak için gerçekleri çarpıtmayı kendine görev edinen kraldan çok kralcılar yine en öndeydi. Ancak bunlara rağmen bu kez de yapılan görüşmeler ve ortaya konan yapıcı yaklaşımlar sonucunda sorunlar aşıldı ve DEM’in de içinde yer aldığı Dersim İttifakı oluşturuldu.

Yeni Yaşam’dan Doğan Durgun’un yazısı, sorunların aşılmasına değil; gerçeklerin de tahrif edilmesi pahasına ortamın provoke edilmesine ve ortak mücadele zemininin tahrip edilmesine hizmet eden bu yaklaşımların tipik bir örneğini oluşturduğu ve bu yaklaşımlar her sorunda yeniden önümüze çıktığı için burada eleştirilmeyi hak ediyor.

“TARİHİ ÇARPITMA VE MARKSİST TEORİYİ TAHRİFAT”

Durgun, “Sol, Dersim, İttifaklar…” başlıklı yazısında “Türk solu” olarak tanımladığı sol-sosyalist parti ve hareketleri hedef haline getirebilmek için işe tarihi çarpıtma ve Marksist teoriyi tahrif etmekle başlıyor.

Durgun’a göre, Mustafa Suphilerin TKP’si Kürt sorununu “İngiliz oyunu” olarak tanımlıyor ve SSCB de Ankara hükümetinin İngilizlerle ilişki kurmaması karşılığında pragmatist bir yaklaşımla bu tutumu doğru kabul ediyordu. TKP misyonunu tamamladıktan sonra da Mustafa Suphi ve arkadaşları Ankara hükümeti tarafından vahşice katledilmişti.

Oysa Eylül 1920’de kurulan Mustafa Suphilerin TKP’si ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını kabul eden ve programına da federatif bir cumhuriyeti koyan bir partiydi. Zaten yazarımızın “misyonunu tamamlama” iddiasının da aksine Mustafa Suphiler partinin kuruluşundan çok kısa bir süre sonra mücadeleyi örgütlemek için ülkeye girişleri sırasında Ocak 1921’de katledilmişlerdi. Yani Durgun’un iddia ettiği yaklaşımlar Mustafa Suphilerden sonraki ve özellikle cumhuriyet rejimine karşı Kürt isyanlarının patlak verdiği dönemlerde Ş. Hüsnü’nün başında olduğu TKP’nin politikasını yansıtıyordu.

Ancak buradaki yaklaşım basit bir tarih hatası değil, yazarımızın “Kürt sorununun Türkiye sosyalist hareketi tarafından en başından beri resmi ideolojinin bakış açısıyla algılandığı” tespitini doğrulamak için yaptığı tarih çarpıtıcılığı olarak önümüze çıkıyor.

Yetmiyor, Durgun sosyalistlere Leninizm dersleri de veriyor!

Lenin’den bir alıntı yapan Durgun, Lenin’in ne demek istediğini bizlere şöyle açıklıyor: “Sosyalizme giden yolda, öncelikle uluslaşma sürecini yaşayıp tamamlamak, bunun neticesinde de işçi sınıfını yaratmak, sonra da bütün ulusların işçi sınıflarını emperyalizmle savaşımda ortak mücadeleye yöneltmek gerekir.”

“LENİNİZMİ TAHRİFAT”

Neresinden tutsanız elinizde kalıyor! Yazar, herhalde uluslaşma sürecini ve işçi sınıfının ortaya çıkışını kimya formülleri gibi icat edilen şeyler sanıyor!

Oysa uluslaşma süreci, feodalizmin bağrında kapitalist üretimin, güç ve ilişkilerinin gelişerek feodal duvarları yıkmasıyla oluşmuştur. Gelişen burjuvazinin kendi ulusal pazarını kurduğu bu dönem, aynı zamanda burjuvazi ile birlikte ve onun karşıtı olarak- çünkü kapitalist üretim ve burjuva mülkiyet ilişkilerinin temelinde işçinin emek gücünün sömürüsü bulunur -işçi sınıfının da ortaya çıkıp geliştiği bir dönemdir. Yani Durgun’un sandığının aksine işçi sınıfı sonradan yaratılmıyor.

Yazısında sol-sosyalist yapıları Kemalizmin etkisinde olmakla suçlayan yazarımız, buradaki yaklaşımıyla Kemalist burjuvazinin “Sınıfsız, zümresiz kaynaşmış bir kitleyiz” söyleminin etkisinde kalmışa benziyor!

Ayrıca Lenin, iddia edildiği gibi önce ulusal kurtuluşu ve sonradan sosyalizmin kuruluşunu hedefleyen bir politik yaklaşıma sahip olsaydı herhalde “halklar hapishanesi” olarak tanımlanan Çarlık Rusya’da her milliyetten işçi emekçilerin birlikte kurtuluşunu hedefleyen tek bir parti kurmazdı. Ancak yanlış anlaşılmasın Lenin’in partisi RSDİP, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını kendi programına alan ilk partiydi ve Ekim Devrimi’nden sonra UKKTH, Sovyet Rusya’da en geniş anlamıyla uygulandı -ki, Kürdistan coğrafyasının emperyalistler ve bölge gericilikleri tarafından dörde parçalandığı ve Kürtlere yönelik baskı, asimilasyon ve katliamların en ağır biçimde uygulandığı bir dönemde, Kürtler, Kürt nüfusunun çok küçük bir bölümünün yaşadığı Sovyetlerde Kürdoloji enstitülerinden alfabe oluşturmaya, Kürtçe öğretmen okullarından Erivan Radyosuna ve Kürtçe günlük gazete (Riya Teze) çıkarmaya ve yazılıp basılan yüzlerce esere kadar önemli kazanımlar elde etmişlerdi.

Yazarın Lenin’i tahrif etmesinin nedeni bilinmez değildir: Yazarımıza göre, bugün Kürdistan’da sınıf temelli siyaset yürütülemez ve bu nedenle sol-sosyalist partilerin tek görevi de Kürt ulusal özgürlük hareketini desteklemekten ibarettir.

Fakat sosyalizm için mücadeleyi bir tarafa bıraksak bile, Kürdistan’da sınıfsal ayrımların bu kadar belirginleştiği bir dönemde her fırsatta iktidarla uzlaşmaya çalışan iş birlikçi Kürt burjuvazisi ile Kürt emekçi sınıfların ulusal sorunun çözümüne dair talep ve beklentileri de giderek birbirinden ayrışıyor. Durgun’un bütün derdi Kürdistan’da siyasi çalışma yürüten sol-sosyalistleri hedefe koymak olduğu için bu gerçeğe de gözünü kapatıyor.

Yazarımız ittifaklar ve Dersim konusuna geçmeden önce “kendilerine sosyalist diyen insanların birçoğu”nun bilinçaltına da el atıp psikolojik analizler de yapıyor. “Eskiden, büyük kentlerdeki kapkaç, hırsızlık, fuhuş gibi olgulardan Kürtleri sorumlu tutan ‘aydın-sosyalistlerin’ bugün Suriyelileri suçladığını” iddia ediyor. Durgun, bu tespiti yaparken bütün sosyalistleri suçlamadığını söylüyor ama yazısının devamında hedef haline getirmek istediği sol-sosyalist parti ve güçler, bu “tespiti” yapmasının arkasındaki asıl niyetin ne olduğunu gösteriyor.

Oysa hedef gösterdiği partilerden sadece EMEP’in hem Kürt sorunu ve hem de göçmen sorunu konusunda programında ortaya koyduğu kapsamlı çözümün ötesinde bugüne kadar yaptıklarına bir göz atmak bile yazarı yalanlamaya ve bu tespitinin arkasındaki art niyeti ortaya sermeye fazlasıyla yetiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir